KÖYDE HAYAT

Mecidiye Köyü, Adapazarı Ovasına bakan bir orman köyüdür. 5352 da. yüzölçümüne sahip olan köy arazisinde yerleşim alanı 250-280 metreler arasında yer alır. Köy, Adapazarı merkezine 26 km., bağlı olduğu Karapürçek ilçe merkezine 3 km. uzaklıktadır....
MECİDİYE köyü... oldukça bereketli topraklar üzerine kurulu bir köy. Geçim kaynağı ise sadece fındık... Halbuki toprak ne ekersen bitecek türden.
İlçe topraklarinin %80'i engebelidir. Ormanlık alan %65'i bulmaktadır ve ilçenin deniz seviyesinden yüksekliği de 184 metredir. Köyümüzün ilçeden yüksekliği de bir o kadar olduğuna göre oldukça yüksek bir tepede kurulduğu söylenebilir. İlçe nüfusu genelde manav olarak anılsa da, Karadeniz'den Lazlar, Artvin ve Batum'dan Gürcüler, Kafkaslardan, Yugoslavya ve Bulgaristan'dan Muhacirler, ve doğudan Kürtler de gelip Sakarya'nın bu en eski ilçesine yerleşmişlerdir. Bizim köyümüz ise, Gürcü ağırlıklıdır.

Köyde fındık bahçesi içindeki kargir evimiz, bakımsızlıktan sıkılmış bir halde, bizleri bekliyordu. Yılda bir de olsa fındık toplama bahanesiyle yeşillikler içinde yaşamak rüya gibi geliyor insana. Köy o kadar yeşil ve o kadar çok farklı yeşil tona sahipki... Yüksek bir alana kurulmuş olmasının ve sırtını ormana yaslamış olmasının da bunda etkisi var. Genelde Sakarya zaten yeşil bir memlekettir. Bu yeşilliğin tam ortasında bulunmak, gökyüzüne oldukça yakınlaşmak isteyenler için de bizim köyümüz eşsiz bir fırsat.

Fındık toplarken bizi en çok etkileyen şey yaz yağmurları oldu. Fındığın toplandıktan sonra kurutulması ve harman makinesine verildikten sonra da ikinci bir kurutulma işlemine tabi tutulması gerekir. İşte tam bu sıralarda gelen yağışlar çiftçinin iki ayağını bir papuca sokar. Yağmura yakalanmış ve uzun süre kurutulamamış fındık, koca bir seneyi boşa çıkarır. Bunun için bu köyde fındık toplayan bir çiftçinin bir gözü adeta gökyüzünde bulutlardadır. Kaldığım süre içinde bulut hareketlerini o kadar yakından takip ettik ki; meteoroloji uzmanları bu kadar gökyüzüne bakmamışlardır eminim.

Her ne kadar köy hayatı olsa da, gelişen teknoloji ve sosyal yapıdaki değişiklikler burda da çabuk etkisini göstermiş. Sosyolojik olarak önceleri "büyük" aile olarak adlandırabileceğimiz tek çatı altında toplanan büyükbaba, baba, çocuklar ve torunlardan oluşan geniş aile yapısı kısmen yaşasa da etkisini yitirmiş durumda. Bunda toprağa bağlı hayatın getirdiği şartların ve ataerkil yapının, değişen Türkiye ile birlikte değişmesinin; şehirlerde hatta yurt dışında çalışan kentli gençlerin, ilçede kurulan onlarca fabrikada çalışan genç erkek ve kızların da etkisi var. Geçimini çiftçilik ve hayvancılık yerine, işçilikle sağlamak isteyen kitle oldukça fazla ve bunlar şartların her geçen gün değiştiğinin, dedelerinin ve hatta babalarının yaşadığı köy ile kendi köylerinin aynı olmadığının farkında. Bu nedenle özellikle hayatta erken "yırtmak" isteyen gençelrin gözü köy hayatından çok şehir hayatında. Ancak oraya kapağı nasıl atacaklarının planlarını yaparken, evdeki bulgurdan olma korkusu da yok değil. Zira yılda sadece bir ay o da sadece bir ürünle yani fındıkla uğraşan köylünün bir çoğu bunu bile fazla bulmakta, fındıkla uğraşmak istememekte, yorucu olduğunu düşünmekte!!!

Bu tür sıkıntılar yanında gündelik hayat oldukça renkli Mecidiye'de. Genciyle yaşlısıyla neşeli bir mizaca sahiptir. Köy insanı genel olarak misafirperver ve kanaatkar olur. Mecidiye de öyledir. Halkımız genelde birbirine isimleri yerine lakaplarıyla hitap eder. Bu burada başlıbaşına bir kültür oluşturmuş durumda. Bu aynı zamanda köyün ne kadar renkli bir hayata sahip olduğunun da bir kanıtı. Benim duyduğum lakaplar şunlar: “Pençe” Hüseyin, “Tilki” Tuncay, “Süslü” Dursun, "Aşık" Şenol, “İpragaz” Vedat, “Dengesiz” Abdullah, Çom Sezai, Kocakafa Recai, Psikopat Mehmet, “Takoz” Kazım, “Golop” Kazım (Kazım Amcayı köyün 24 saat açık bankası olarak görenler de var), “Vatandaş” Metin, Deli Hüseyin (bu lakaba birden fazla şahıs sahip maalesef), "Delice" Ömer, "Albuz" Hasan, “Doktor” Resul (bu arkadaş canlı bir köpeği ameliyat ettikten sonra haklı olarak bu lakabı almış), “Gorbaçov” Mikail, “Tere” Mustafa, “Poker” Recep, “Mercedes” Osman, “Simoviç” İlhan, “Kırmızı” Cafer (gördüm, gerçekten kırmızı bir şahıs), “Perişan” Alaaddin, “Maşallah” Hüseyin, “Delege” Mehmet, “Posta” Ahmet, “Hacı” Şakir, “Ooople” Recep, “Hükümet” Hikmet, “Kit” Ersin (meşhur dizideki arabadan), “Tilki” Selim, “Erbakan” Cahit (koyu bir Erbakancıdır kendileri), “Şeytan” Mehmet Ali, “Çete” Mustafa, “Kara Ali” Aziz (ailede herkes beyaz bir bu kara), “Kaptan Orhan”, “Kör topal” Veysel, “Yan göz” Cavit, “Çekiç” Üzeyir, “Bolko” Recep, "Bacaksız" Ahmet, “Sefil Bülo” Lütfü, "Çinçevat" Yücel, "Pamuk" Zelkif, "Profesör" Nusret, "Fredy" Ahmet, "Midilli" Bahtiyar, "Çirkin Kral" Harun, "Sivri" Sebahattin, "Ligt" Ömer, "Cingan" Mehmet...

Köyün gençlerinin en büyük sorunu; uzayan sakalları. Maalesef yüzde 99 oranıyla bu köyün gençleri sakal tıraşlarını kendileri olamıyorlar. Evet araştırılması gereken sosyolojik bir vakıa olarak duruyor köyün gençlerinin bu sorunu. Hatta askere gidip gelenler dahi orda nasıl traş olduklarına şaşıyorlar. Hiç üşenmeden sakal tıraşı olmak için işi gücü bırakıp 3km. uzaklıktaki ilçeye gidiyorlar ve berber koltuğuna oturuyorlar. Bu onlara çok daha kolay geliyor evde traş olmaktan!!! Ben bu durumun, değişim isteklerinden kaynaklandığını düşünüyorum. Köyde monotonluktan sıkılanlar, tıraşı bahane edip hiç olmazsa yarım günlüğüne farklı bir atmosfere atıyorlar kendilerini; işin aslı bu. Yoksa tıraş bahane…

Aynı zamanda “Cuma” günleri de çok önemli erkekler için. Özellikle gençlerin işten yırtıp dinlendikleri, gezdikleri bir gün cumaları. Bu da malum “Cuma namazı” sayesinde oluyor. Namaz için özellikle hazırlanılıyor temizleniliyor ve işler erteleniyor. Bu da tembel(!) gençlere, adeta bir “bayram” havası yaşatıyor.
Tabi tüm gençler aynı değil. Mesela Kemal Eken... Yaşıtları gibi sigara bağımlısı olmadığı gibi, boş vakitlerini de kahvede öldürmüyor. Açık öğretime devam ediyor ve bilgisayarı ile dış dünyayı takip ediyor. Oldukça fazla teknoloji meraklısı biri. Köyde bir kaç tane bu tür(!) genç de mevcut yani.

Köydeki insanlar, yaşlısıyla genciyle “f” harfini alfabeden çıkarmışlar sanki. Fındık yerine pındık; fare yerine pare; fasulye yerine pasulye; fazla yerine pazla…. ‘P’ harfi ‘F’ harfinin yerini almış. Zorlamayla dili ‘f’ye dönenler oluyor ama kalıcı değil.

Unutmadan belirteyim. Uzun süreli köy hayatımda bana yoldaşlık eden dostlarım, Bülent, Şenol, Dursun, Yücel, Recep, Kemal ve diğerleri ile fındık toplama işini merak edip köye kadar gelen yazarlarımız Sedat ve Abdullah'a çok teşekkür ediyorum.

Evet... gelelim son gözlemime. Efendim malum fındık mevsimi ve herkes fındıkla hemhal olmuş halde. O kadar çok fındık tüketiliyor ki bu aylarda…. Verimli geçen bu fındık sezonundan sonra maddi gelişim sağlayan köyde, araba sayısında bir artış olacağını düşünüyorum. İkinci olarak da; köyün nüfusunun önümüzdeki dokuz ay içinde oldukça artıcağını tahmin ediyorum:) hadi hayırlısı… (2004)

 

Hava Durumu

Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar34.793334.9327
Euro36.561736.7082
SATILIK İLANLARI